Siyasilerin "pandemi bitti" söylemi

-
Aa
+
a
a
a

Uzmanlarımız "pandemi bitti" söylemini, son yapılan Bilim Kurulu toplantısıyla kurulun feshedilmesini, TTB ve CHP'nin son pandemi değerlendirme raporlarını yorumladılar. 

kürsüde konuşan politikacının üstüne düşen virüs gölgesi illüstrasyonu
Siyasilerin "pandemi bitti" söylemi
 

Siyasilerin "pandemi bitti" söylemi

podcast servisi: iTunes / RSS

(28 Nisan 2022 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Osman bey, günaydın hepinize!

Osman Elbek: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

OE: Bu hafta isterseniz Bilim Kurulu’yla başlayalım, ne dersiniz?

ÖM: Evet, lütfen çünkü son derece önemli kararlar alındı, özellikle maskeyle ilgili olarak. Sizin de yorumlarınızı merak etmiyor değiliz doğrusu.

OE: Aslında Bakan Koca’nın da ifadesiyle Bilim Kurulu faaliyetlerini özel bir problem olmaz ise sonlandırdı. Bu yüzden genel bir Bilim Kurulu değerlendirmesi de yapabiliriz diye düşünüyorum. Örneğin sürece baktığımız zaman ben hiçbir Bilim Kurulu kararına ulaşamadığımı görüyorum, bu çok büyük bir problem. Bilim Kurulu’nun aldığı kararların hiçbirinde bir gerekçe yok. Halbuki bilim gerekçe açıklar, şundan dolayı buna karar verdik diye. Bugüne kadar geçen iki yılı aşkın dönemde alınan kararların hiçbirinde bir ölçü tariflenmedi; “nüfusa bağlı”, “vaka insidansına bağlı”, “fatalite oranlarına bağlı” gibi bir ölçüt tariflenmedi. Yine bu iki yılı aşkın süre içerisinde alınan kararların oy birliğiyle mi, oy çokluğuyla mı alındığını, varsa karşı şerhlerin gerekçelerini bir yurttaş olarak ve bu alanı izleyen bir tıp doktoru, bir akademisyen olarak hiç göremedim, bu çok büyük bir problem. Yine büyük bir sorun olarak Bilim Kurulu’nun bir bilim sözcüsü hiç olmadı. Kararlarını aslında bir bilim insanı vasıtasıyla açıklasalardı bilimsel alanda, akademik ve bilimin özgürlüğünden yana tutum takınabileceklerini düşünüyorum. En büyük problem de herhalde bu iki yılı aşan sürede Bilim Kurulu’ndan bize bu salgınla ilgili hiçbir rapor kalmadı; vaka dağılımları, ölüm dağılımları, yaş dağılımları, meslek, cinsiyet dağılımlarına dair hiçbir şey bırakmadılar. 5-11 yaş grubundaki çocukları aşıdan neden mahrum ettiklerine dair hiçbir gerekçe bırakmadılar. Son Bilim Kurulu kararlarında da benzer bir süreç izlendi. Hani o toplantıya maskeyle katılan bilim insanları vardı; demek ki maske kalkma kararı en azından oy çokluğuyla alındığı ama maske zorunluluğunun kalkmamasını isteyenlerin ve kalkmasını isteyenlerin gerekçelerine ulaşamıyoruz, bilmiyoruz. Hatta Bilim Kurulu son toplantısı olduğuna dair kararı bile kendi alamadı. Bakan Koca “bu son toplantı” dedi. Son kararı da cumhurbaşkanı gibi doğrudan siyasi bir kişilik açıklayarak benim gözümden Bilim Kurulu kendisini hükümetin, siyasi iktidarın bir siyasi kurulu, bir halkla ilişkiler daire departmanına düşürdü. Bilmiyorum, içeriğinden ziyade genel olarak iki yılı aşkın Bilim Kurulu faaliyetleri konusunda sen ne dersin Kayıhan?

KP: Osman zannediyorum senin, benim dışımda birtakım insanların Bilim Kurulu için “ne bilim Kurulu” diye bir sıfat yakıştırması herhalde çok da haksız çıkmamış oldu. Bilim Kurulu’nun yapısı ve söylediklerinin yanı sıra aslında temel sorun bence siyasetin bilimi yok sayması. Buna ben en iyi yanıtın dün Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Gebreyesus tarafından verildiğini düşünüyorum. Gebreyesus diyor ki; “Bir yandan Covid-19 vakaları ve ölümleri azalıyor, bu çok iyi bir haber ancak birçok ülkede testlerin azalması bizi hem bulaşma hem de bu SARS-CoV-2 virüsünün evrim kalıplarına karşı kör kılıyor.” Tarihe geçecek bir cümleyle bitiriyor konuşmasını ve diyor ki “Ölümcül bir virüs söz konusu olduğunda cehalet mutluluk değildir.” Buradan şunu söylemek isterim, yani pandemi bitti algısına yol açacak her türlü yaklaşımın, sözcüğünün, cümlenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Pandeminin kontrol altına alınması çok sevindirici bir şey, hepimiz çok seviniyoruz ama gerçekten de karşımızda ölümcül bir virüs var. Küresel bir soruna ülke çapında verilen yanıtların umarım bizi sıkıntıya sokmayacağı bir döneme doğru gidiyoruzdur, çünkü sen de biliyorsun hem Avrupa’da hem Amerika’da bilim insanlarının ortak görüşü, eğer siyasetin yalnızca Türkiye’de değil dünya çapında bilimi yok sayması meselesi sürecek olursa sonbaharda bizi neyle karşı karşıya bırakacağını bugünden tahmin etmek çok zor. Çünkü halen dünyada, örneğin Afrika’da aşılamanın, tam bağışıklı olmanın %20’nin altında olduğu çok sayıda ülke var. Bu koşullarda evet, rahat bir nefes alalım, pandemiyi kontrol altına aldık ama henüz pandemi bitmedi. Bu bağlamda Bilim Kurulu’nun ben etkisiz kaldığını, bu mesajı Türkiye’ye vermek bağlamında ciddi bir çaba içerisinde olmadığını ve adında bilim olması nedeniyle aslında bilim ortamına da bir miktar zarar verdiğini düşünüyorum Osman. 

ÖM: Bir şey sormak istiyorum.

OE: Buyurun.

ÖM: Tam bu noktada DSÖ başkanının, bence çok da tarihi konuşmasından, bu testlerin yetersizliği araştırmacıyı evrim kalıpları üzerinde de kör hale getiriyor diye bir uyarısı var. Bu tam olarak bir cümleyle nasıl özetlenebilir? Yani test verilmeyince araştırma mı yapılamıyor nedir?

Türkiye’nin test karnesi: Dünya 62.'si

KP: Şöyle, şimdi test verilmeyince Türkiye’deki test sayıları 500 binden 100 binlere düştü, öyle anlaşılıyor ki yakında çok daha azalacak. Bu testler içerisinde, biliyorsunuz, Türkiye’de çok az ama dünyada virüsün hangi endişe verici varyantlarının var olduğuna ilişkin de ayrıca ek genetik analizler yapılıyor. Şimdi test vermiyorsunuz, genetik analizler yapmıyorsunuz, o zaman virüsün nasıl bir değişim gösterdiğini dünya çapında haritalandırarak izleme olanağından yoksun kalıyorsunuz. Bu izleme olanağı yoksunluğu aynı zamanda virüse karşı hangi önlemi alabileceğiniz konusunda da elinizi kolunuzu bağlıyor. Dolayısıyla Gebreyesus’un altını çizdiği nokta dünyadaki birçok ülkenin siyasetçiler aracılığıyla sanki bu süreç bitmiş gibi topluma mesaj vermesinin bütün dünyayı küresel olarak zor durumda bırakabileceği yönünde. 

ÖM: Küresel ısıtmaya nasıl bir bir gözle bakılıyorsa dünyada Covid’de de aynı durum herhalde. 

OE: Evet, aynı gözlüklerle bakılıyor.

KP: O yüzden de temel meselenin küresel kapitalizm olduğunu bir kez daha burada söylemek lazım. 

OE: Bu vesileyle bugün tartışacağımız iki rapor var, ama ben hemen Türkiye’nin test karnesini verebilirim. Tüm bu pandemi sürecinde nüfus başına test oranı açısından Türkiye dünyada 62. sırada. Hani dünya ekonomisine göre ilk 20’de değiliz artık ama 21-22’de olduğumuzu kabul edersek nüfus oranında test açısından ekonomimize uygun bir test miktarına ulaşamamışız. Örneğin yanı başımızdaki Yunanistan bizden 3.6 kat daha fazla test yapmış nüfusa oranla, Birleşik Krallık 4 kat test yapmış, Danimarka bizim nüfusumuza oranla kendi nüfusuna göre 6,5 kat daha fazla test yapmış, böylece daha çok vaka aramış, daha erken izolasyon yapmış, hatta bu salgında başarısız bir politika yürüttüğü dünyada artık herkes tarafından kabul edilen ABD bile nüfus açısından bize göre 1,5 kat daha fazla test yapmış. Anlaşılıyor ki Türkiye aramayınca, yok kabul edince, görmeyince sorunun ortadan kalktığını düşünüyor. Bir de bu testlerle ilgili şöyle bir güncel durum var, Türkiye’de PCR testi yapan 521 merkez var ve bunların %57’si özel sağlık kurumlarında. Ve sosyal güvenlik kurumu PCR ödemesini uzun bir süredir özel merkezlere yapmıyor. Yani biz artık karanlık bir yolda ne olduğunu bilmeden yürüyoruz. Sadece günlük vaka sayılarımızdaki %30’luk, ölüm sayılarımızdaki %26’lık azalışı bir başarı, bir kontrol stratejisi olarak görüyoruz. Kesinlikle salgının inen kolundayız ama olacak çıkışı bu halimizle çok geç yakalayabileceğimizi düşünüyorum. 

KP: Bir şey söyleyeyim Osman, yani bu ölüm sayısının azalması çok iyi bir şey elbette ama günde halen 15-20 insan ölüyor. Önlenebilecek ölüm diye bir kavramımız var, erken ölüm diye bir kavramımız var. Bir sağlık otoritesinin önlenebileceği bir ölümü yok sayarak geri kalan topluma “ya merak etmeyin, her şey yolunda, nasıl olsa ölen sizden değil” anlamına gelecek bir tutum takınması bence hiçbir bilim insanı tarafından kabul edilemez. Bu açıdan da Bilim Kurulu’nun büyük bir eksikliği kanımca tarihe geçmiştir. 

OE: Bu arada açıklanan kararlar içerisinde toplu taşıma araçları ve sağlık kuruluşlarında maskenin şu an zorunlu olduğunu ama dün itibariyle uçakların buna dahil olmadığını öğrendik. Ancak canlı müzik dinlemek hâlâ yasak. Canlı müzik kısıtlamasının hiçbir bilimsel temeli olmamasına rağmen devam etmesi Türkiye’nin Covid’le mücadele etmediğini, Türkiye’nin bir hayat tarzıyla, bir algıyla, bir bakış açısıyla mücadele ettiğini gösteriyor. Bu arada ilginç bir veriyi paylaşmak isterim; bir yıl kadar önce John Hopkins Üniversitesi zenginlerle yoksulların bu tavsiyelere ne kadar uyduklarına dair bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma verileri, “zorunluluğu” bırakıp “tavsiye” ettiğiniz zaman ne kadar zenginseniz fiziki mesafeye de, maskeye de, el yıkamaya da o oranda daha fazla uyulduğunu ortaya koydu, çünkü hayatta kaybedecek bir şeyleri olanlar kendilerini korurlar. Kamusal olarak alt yapıyı destekleyerek, ihtiyaçları temin ederek önlemleri zorunluluk olarak tarif etmediğiniz takdirde “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” doktrini çalışıyor ne yazık ki genel olarak. Bir vurguyu daha yapalım, bugün itibariyle Bakan Koca “ben artık tokalaşıyorum, maskesiz yaşıyorum” cümlesini kuruyor, çok iyi. Türkiye’de salgının tüm dünya ile birlikte iniş konumunda olması iyi, ancak hatırlatmak isterim ki ocak ayının sonunda sayın bakan “artan vaka sayıları sizi ürkütmesin” cümlesini de etmişti ve o günden bu yana 12 bin civarında insan ürkmeyerek öldü bu ülkede! Yine bir yıl önce haziran ayında eylül 2021’i kastederek “sonbaharda maskeleri kaldırıyoruz” da demişti. Bu cümleler hemen unutuluyor. Benzer biçimde bir önceki yıl haziranda da “ikinci dalga hasta olmayacak, beklemiyoruz” demişti. Oysa bırakınız ikinci dalgayı beşinci piki de yaşadık. O yüzden bugün söylenen cümleleri biraz temkinle, biraz iyimser de olsa bir ihtiyat payıyla karşılamanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Ne dersin Kayıhan?

KP: Çok haklısın, ben de senin gibi düşünüyorum, bunu defalarca dile getirdik. Süreci yakından izlemeyen, bilimsel perspektifle bir bulaşıcı hastalık salgınına bakmayan bir yönetim anlayışı konusunda ciddi endişelerimiz var. Hatırlarsan sen de konuşmanın başında dile getirdin, bugün halen ölümlerin ve olguların dağılımlarını bilmemek yüzünden herhangi bir konuda bir yorum yapma olanağımız bile yok. Örneğin okullarda maskenin kaldırılması yüzünden anne babalarda ciddi bir endişe var, hem 6-11 yaş aşıya erişemedikleri için hem de Türkiye’de çocukluk çağında bu pandeminin etkisine ilişkin elimizde hiçbir bilgi olmadığı için. Üstelik omikron varyantının bütün dünyada çocukluk çağında daha da fazla etkili olduğunu bildiğimiz halde Türkiye’de bu veriye erişememek, ne durumda olduğumuzu bilememek de ayrıca bir endişe kaynağı diye düşünüyorum doğrusu. 

TTB ve CHP'nin son pandemi raporları

OE: İkinci yılı tamamlamışken bu hafta iki raporu gündeme getirmek istiyoruz, biri Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin 13. raporu. Aslında pazartesi günü sevgili Selim Badur da bahsetti, tanıttı bu raporu. O yüzden raporu tanıtmadan içerisindeki kritik cümleleri hatırlatmak istiyorum dinleyicilerimize. Gerçekten TTB bu dönemde 13. rapora imza atarak Sağlık Bakanlığı’nın tek bir rapor yayınlamadığı pandemiyi ne kadar yakından izlediğini ve bilgilendirdiğini topluma gösterdi. Bu raporun kritik cümlelerinden biri sağlık çalışanlarının dörtte birinin Covid’e yakalandığını, 500’den fazla sağlık çalışanının öldüğünü, ölenlerin içinde 200’den fazlasının hekim olduğunu, hekim ölümlerinin görece topluma göre daha genç yaşta olduğunu ama buna rağmen hâlâ meslek hastalığı statüsü kazanmadığını vurguluyordu. Bir önemli nokta da, biliyorsunuz cumhurbaşkanı küresel aşı eşitsizliğine haklı bir vurgu yaparak dünyanın bundan utanması ve düzeltmesi gerektiğini hatırlatıyor. Doğru bir cümle ama bu cümle aynı şekilde Türkiye için de geçerli. Yine TTB raporunda 1. doz aşı oranı Batı Anadolu’da %87 iken Güneydoğu Anadolu’da %62, bölgeler arasında 1,4 kat farklılık var. İkinci dozda da bir kat farklılık var her iki bölge arasında. O nedenle ne yazık ki Türkiye de bu eşitsizlikten azade değil. Bu yüzden ötekine bir söz söylerken kendi sokağımızı, kendi mahallemizi düzeltmek gibi bir zorunluluk olduğunu hatırlatmak istiyorum. Yine TTB’nin raporunda iki vurgu çok önemli; biri, dünyadaki vaka, ölüm ve aşı oranlarının devlete güvenmekle, kişiler arasında yani toplum içerisindeki güven duygusunun yüksekliğiyle ve bir de hükümetin yolsuzluk yapmayacağına dair kanaatle doğrudan ilişkili olduğunun gösterilmesi. Yani ne kadar güvenli bir toplumda yaşıyorsanız, ne kadar hükümetinize güveniyorsanız o ülkede o kadar vakalar az, ölümler az, aşılar az. Benzer şekilde Covid-19 ölümleri de doğrudan bir ekonomik gösterge olan GSYİH’ya ve P80/P20 indeksine eşitsizlik indeksine bağlı. Bu yüzden bir kere daha Covid aslında ülkenin, dünyanın utancını gösteriyor, ekonomik eşitsizliklerin nasıl ölüme yol açtığını gösteriyor. Bu rapordan söyleyeceğim son cümle de çok kritik bir veri, ana çocuk sağlığıyla ilgili; anne ölüm hızı 2020 yılında bir önceki yıla göre %52, 2021 yılında bir önceki yıla göre %51 oranında arttı; gebeleri, anneleri kaybettik. Covid burada çok önemli bir başlık tanımladı. Annelere, çocuklara sahip çıkamayan bir toplumsal sağlık sistemi kurduk ne yazık ki. Ne dersin Kayıhan? Hem TTB’nin raporu hem de ikinci rapor konusunda?

KP: İlk olarak TTB raporu bence çok önemli bulguları gündeme getiriyor senin de söylediğin gibi. Üstelik pandeminin en başından bu yana bu süreci izleyen bir örgüt olarak da açıkçası Türkiye’de yaşayan yurttaşlara güven veriyor. TTB pandemi çalışma grubuna teşekkür etmek gerekir, böylesine hem sistematik olarak hem de periyodik olarak raporları paylaştığı için. Ben ikinci rapor olan CHP raporuna geçmeden önce önemli bir araştırmadan kısa bir bilgi vereyim. Bu da örgütlü olmanın aslında pandemide de ne kadar değerli olduğunu bize söylesin. Geçtiğimiz hafta Health Affairsadlı bilimsel dergide yayınlanamn bir makale; ABD’de yayınlanan bu makalede sendikalı olan işçilerle sendikalı olmayanlar karşılaştırılmış ve sendikalı olmanın hem ölümlerden hem de enfeksiyondan koruduğu ortaya çıkartılmış. Sendikalı işçilerde, diğerlerine göre ölümler %10,8 civarında daha düşük, hastalık da %6,8 civarında daha düşük. Dolayısıyla örgütlü olmak hayatın birçok alanında emekçilere kazanımlar getirdiği gibi pandemide de onları korumuş görünüyor. Bu önemli bulguyu da paylaşmış olalım. 

İkinci raporumuz, CHP Covid-19 Kurulu tarafından yayınlanan bir rapor. Biliyorsun Covid-19 Danışma Kurulu, CHP tarafından pandemiden hemen sonra kurulmuştu ve 2020 yılının aralık ayından itibaren belli aralıklarla, özellikle CHP tarafından yönetilen, 21 ildeki bulaşıcı hastalık ölüm verileriyle sıklıkla gündeme gelmişti. Bu kez CHP iki yılı değerlendiren 67 sayfalık bir rapor yayınladı. Bu rapora senin de benim de diğer dostlarımızla katkılarımız var, bunu da söyleyelim birlikte. Raporda, bu iki yıl hızlı bir biçimde hem test politikası hem tedavi politikası hem bulaşıcılık açısından sürecin nasıl izlediği, hazırlanmaya nasıl yanıt verildiği konularında oldukça geniş bir perspektiften verilerle desteklenen bir rapor görüyoruz ama ben zaman sınırlı olduğu için özellikle bu rapordan benim en çarpıcı bulduğum verilerden birkaç tanesini paylaşmak isterim; o da CHP’nin yönettiği 21 ildeki yine bulaşıcı hastalık ölümleriyle ilişkili. Bu 21 ilin Türkiye nüfusuna oranı yaklaşık %49, nüfusun yarısı; dolayısıyla önemli bir temsiliyet söz konusu. Bu rapordaki verilere baktığımızda, eğer 21 il dışındaki geri kalan 60 ilin de Covid-19 ölüm eğilimi bu rapordakilerle benziyorsa o zaman Türkiye’deki toplam ölümlerin sağlık bakanlığı tarafından açıklananın 2,1 katı kadar olduğu, yani yaklaşık 28 Şubat itibariyle 200 bin, 197.529 kişi olabileceği tahmin ediliyor. Bu da Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan ölüm sayısının çok düşük olduğu iddialarını bir kez daha destekliyor. Çünkü bu raporda yer alanlar yalnızca bulaşıcı hastalık ölümleri defin ruhsatlarından çıkartılan bilgiler ışığında. İkincisi, biliyorsunuz, Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye’nin Wuhan’ı olarak adlandırılmış, böylece insanların zihninde pandeminin en büyük olumsuz etkisi İstanbul’da meydana geldi diye bir düşünce vardı. Oysa bunun çok geçerli olmadığını bu rapor bize bir kez daha gösteriyor. Öyle ki İstanbul’dan milyon kişi başına ölüm hızı söz konusu olduğunda bulaşıcı hastalıklardan yedi il daha yüksek ölüm hızına sahip. Bunları hemen sayayım istersen; Artvin, Bolu, Kırşehir, Edirne, Tekirdağ, İzmir ve Hatay. Bunlardaki ölüm hızları maalesef İstanbul’dan bile daha fazla. Bu raporun ilgi çekici yanı -özellikle İstanbul’dan bizi dinleyenlerin CHP’nin web sayfasından bu rapora erişmelerini öneririm- İstanbul’a ilişkin ilçe bazında bulaşıcı hastalık ölümlerine ilişkin çok ayrıntılı bilgiler veriyor olması. Bir tanesini söyleyeyim ben, çünkü ilgi çekici; 2021 yılında toplam ölümler içerisinde bulaşıcı hastalığa bağlı ölüm oranlarının ilçelerdeki dağılımına baktığımızda, örneğin Kadıköy’de toplam ölümler içerisinde bulaşıcı hastalık ölümlerinin oranı %13 civarında iken bu Sancaktepe’de %26’ya, Sultanbeyli’de %25’lere kadar çıkabiliyor. Bu da aslında sosyoekonomik temelli değerlendirmeler için bize büyük bir olanak sağlıyor. Osman, benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de siyasi partiler içerisinde pandemiyi bilimsel olarak değerlendiren bir rapor yayınlayan tek parti de CHP olmuş oldu. Bunu da buradan paylaşmış olalım. 

Türkiye tedavi yöntemlerinde nerede?

OE: Aslında bu raporları Sağlık Bakanlığı’nın yayınlaması gerekiyor, Sağlık Bakanlığı’nın yapmadıklarını TTB ve CHP yapmış durumda. Ben bu raporun tedavi kısmına katkı sunmuştum özellikle. Orada da şu iki cümleyi hatırlatarak birkaç bilgi vermek isterim; biliyorsunuz, Covid-19 mücadelesinde sayın sağlık bakanı da “aşı ve ilaç artık çok önemli” dedi. Aşıda Turkovac’ın hâlâ omikrona ne kadar etkili olduğu konusunda bilimsel bir yayın, bilimsel bir rapor görmemiş durumdayız. İlaç konusunda Türkiye’de bugün itibariyle molnupiravir var, önce oradan başlayayım. İyi ve doğru bir adım atılarak molnupiravirin endikasyonları genişletildi ve kronik hastaların da artık molnupiravire ulaşması sağlandı, en azından kağıt üstünde. Ancak hasta deneyimlerim ilginç birtakım gelişmelere işaret ediyor; örneğin, ben hastalarıma öneriyorum, kronik hastalara ve yaşlılara, fakat kimi hastaların beşinci, altıncı günden sonra geldikleri zaman kullanmadıklarını görüyorum. Nedenini sorduğum zaman şöyle bir yanıt alıyorum “hocam bakanlıktan bizi aradılar ve dediler ki bu ilaç yeni bir ilaç, yan etkisi nedir bilmiyoruz, sorumluluğu kabul ediyorsanız size göndereceğiz”. Hani ilacı göndermemek üzerine yapılan bir planlama gibi. Halbuki aklıma geldi, bu ülkeye çok uzun bir süre hidroksiklorokin, fafipiravir gibi etkisiz olduğu kesin kanıtlanmış ilaçları böyle birebir eve taşıdı. Ancak şimdi etkili bir ilacı güvenle yurttaşına ulaştırmaktan imtina ediyor. Favipiravir derken, bilmiyorum, geçtiğimiz hafta dikkatinizi çekti mi, Türkmenistan’a 19.800 koli favipiravir gönderdik. Hani oradaki insanlar adına çok acıdım. Neyse bu ilaç şirketlerine parayı ödeyelim, rahatlasınlar da insanlara gereksiz yere hap yutturmasınlar, hapı yutmayalım. 

ÖÖ: Türkmenistan’a mı dediniz?

OE: Evet, Türkmenistan’a 19.800 kutu.

ÖÖ: Orada Covid yok ama biliyorsunuz, yasak!

OE: Evet, ama demek ki başka bir Covid olmayan Covid hastalığının tedasinde kullanılacak! Gerçekten bu ilaç şirketlerinin buradan ne kadar para kazandığına dair hiçbir veri paylaşılmıyor. Doymak bilmez bir gözleri olduğu aşikar. Bu arada dünyada üç tane daha etkili tedavi modalitemiz var. Türkiye’de halihazırda üçü de yok. Bunlardan birisi rendesivir, Mayıs 2020’den bu yana FDA onaylamış durumda. İkincisi, monoklonal antikorlar, Kasım 2020’de FDA, Eylül 2020’de DSÖ onaylamış durumda. 2022’yi bulduk hâlâ Türkiye’de yok. Son olarak da paklovit, Aralık 2021’de FDA, Nisan 2022’de de DSÖ onayladı ve önerdi. Bu üç etkili tedavi seçeneği Türkiye’de halihazırda yok. Hani aşı ve ilaç önemliyse ilaç açısından hem molnupiravir’i etkin biçimde dağıtmak hem de diğer üç etkili tedavi seçeneğini de önümüzdeki sonbahardaki kesinlikle oluşacak bir piki düşünerek, öngörerek ülkeye kazandırmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bilmiyorum Kayıhan ekleyeceğin bir şey var mı, yavaş yavaş sona doğru geliyoruz.

KP: Ben şunu söylemek isterim, pandemi henüz bitmedi, dolayısıyla buradan bizi dinleyenlere çok net mesajlar verelim. Birincisi, halen tam aşılı olmak büyük önem taşıyor. Kimler tam aşılı olmalı? Tam aşılı olmak ne demek diye düşünenler için, Klinik Derneği’nin sayfasında çok kapsamlı bir değerlendirme var, öneririm. İkincisi, halen olabildiğince kapalı ortamlardan kaçınmak, fiziksel mesafeyi korumak önem taşıyor. Bence halen kapalı ortamlarda maske takmak büyük önem taşıyor. L Lütfen kendimizi ve çevremizdekileri korumak için bunlara özen gösterelim. Çünkü özellikle asemptomatik olgulardan test alınmaması, kimlerin şu anda hastalığı bulaştırdığını bilmemizin önünde büyük bir engel. Umuyoruz ki birkaç ay içerisinde çok daha güzel bir ortamla karşılaşabiliriz. 

OE: Tüm cümlelerine katılarak şimdi sona gelirken kapanış müziğimizi sunmak isterim. Benim için zor cümleler... 12 Haziran 2013’e götürüyorum sizleri; Yiğit Özatalay piyanosuyla Taksim’de ve diyor ki “ne bir haram yedi onlar, ne cana kıydılar, ekmek kadar temizlerdi, su gibi aydınlardı” ama içerideler. Mücella içeride, Can içeride, Tayfun içeride, Çiğdem içeride, Hakan içeride, Osman Kavala içeride ve hakikaten ne cana kıydılar, ne haram yediler, sadece hepimizin daha iyi bir ülkede yaşaması için şu an içerideler. O zaman bir sözümüz var, Vera’ya bir sözümüz var; onu babasına çok hızla ulaştırmak zorundayız. Önümüz 1 Mayıs, bu nedenle alanlarda olmak zorundayız, konforumuzu biraz terk etmek zorundayız. Hakikaten bu ülkenin büyük bir kötülüğe savrulmamasını istiyorsak biraz konforumuzundan vazgeçerek, biraz dostlarla yan yana gelmek hepimize iyi gelecek. Bugün, şu an hepimiz bir arkadaşımızı arayıp Mücella diyebilir, Can diyebilir, buradayız, hep birlikteyiz diyebiliriz. Büyük kötülüğü ancak birilerinin kurtarıcı olmasını beklemeden, hayatımızda bir adım atarak bir şeyleri değiştirerek alt edebileceğimizi bilelim. Hepsi için gelsin şarkımız. Onlar orada ama alacağız onları, bırakmayacağız. Hoşça kalın, teşekkürler.

KP: Ben de kapatırken birkaç şey söylemek istiyorum. Özellikle Can benim kişisel dostum, arkadaşım; sevgili Can, sevgili Mücella, Tayfun ve diğerleri yanınızdayız, yanımızdasınız, bu mücadele hep birlikte sürecek. Hoşça kalın!

ÖÖ: Görüşmek üzere.